İnsan Kurban Etme Geleneği ve La Damo de Ampato
Bu yazım; Aztekler, İnkalar, İspanyollar, insan kurban etme geleneği ve tanrılara adak olarak sunulan 12 yaşındaki İnka kızı, La Damo de Ampato, yani ”Ampato’nun Leydisi” adıyla nitelendirilen (Mumya) Juanita hakkında olacak.
Günümüzde hala tanrılara kurban edilen hayvanlar olsa da ilkel kabileler dışında insan kurban veren uygarlıklar kalmamıştır -tabii dildeki tanrı adıyla inançlar uğruna yapılan savaşlar sayılmazsa- diye umuyorum. Geçmişte ise bu olaylar çok fazlaydı.
500 yıl kadar öncesine gidelim. 1400’lü yıllara gelene kadar insan kurban etme olayı çağın gerisinde kalmış ve unutulmuştu neredeyse. Ancak Aztekler bu olayı tekrardan gün yüzüne çıkardı. Ve bu durumu bir hayli abartarak yapıyorlardı. Öyle ki komşu uygarlıklarına fazlasıyla korku salmaya yetiyordu bu yaptıkları ölümler. Bu yüzden de kısa sürede epeyce düşman edinmişlerdi kendilerine. Aztekler, tehlikeli bir imparatorluk olarak görülüyordu.
Aztekler, insan kurban etme geleneğini ölümsüzlüğün bir şartı olarak görüyordu. Aztek rahibi, kurbanın kalbini bir hançer vuruşuyla göğsü yarılan adaktan çıkartırdı. Bu kalbi de tanrılara sunarlardı. Kalp, evrenin enerjisini temsil ediyordu. Kurbanın kafası da kesilirdi ve bu amaç için özel olarak hazırlanan anıtın üzerine konurdu. Halkın da tanıklık ettiği bu törene Tzameanti deniyordu.
Aztek kralı Montezuma’nın hükümdarlığı döneminde, Tenochtitlan’daki (Aztek İmparatorluğu, üç Aztek şehrinin ittifakıdır: Tenochtitlan, Texcoco ve Tlacopan) yeni büyük tapınağın açılışı sırasında bir seferde 20 bin insanın kurban edildiği söylenmektedir. Bu rakam, tutsak edilen ve ayrıcalık tanınmayan İspanyolların abarttığı gerekçesiyle gerçek olmayabilir; fakat aynı kralın bir seferde binlerce insan kurban ettiği bir gerçektir. Aztekler güneşin solmaması için insan kurban ediyorlardı.

Dönemin İspanya valisi olan Hernan Cortes, işgal amaçlı malum bölgeye gönderiliyor. Cortes, Montezuma’yı kendi sarayında yakalamayı başarıyor ve kralı tutsak ediyor. Ancak işler kötüye gitmektedir; çünkü komutan Pedro de Alvarado, Aztek soylularının bir kısmını, ”isyana hazırlık yapıyorlar” gerekçesiyle katletmiş ve bunun üzerine Aztek halkı ayaklanmıştır. Tutsak edilen Aztek kralı Montezuma da halkını sakinleştirmeye çalışırken yine kendi halkı tarafından atılan taş ve sopalar ile öldürülmüştür. (Kralın orada ölmediği, tedavi altındayken gurur yapıp tedaviyi reddederek öldüğü ya da İspanyolların, bu artık işimize yaramaz, diyerek öldürdüğü de söylenmektedir) Cortes ve adamları da canlarını zor kurtararak kaçmıştır. Ancak Cortes, bir süre sonra güç toplayarak kente geri döner. Önce kente yiyecek ve su girişini bir takım yollar ile engeller ve Aztek halkını hem aç hem susuz bırakır. Kısa sürede güçlü bir uygarlık inşa eden, savaşçı ve güçlü Aztek halkı, çaresiz ve perişan halde kalmıştır. 93 gün sonra ise kent düşer.

Cortes, bir gün içinde 40 bin Aztekliyi katletti. Ardından da, ”Niyetim hepsini öldürmekti.” dedi. Kısa sürede güçlü bir imparatorluk haline gelen Aztekler, böylece tarihe karışmış oldu.

Peki, Aztekler neden vahşi, zalim ve acımasız olarak görülüyor? İnsan kurban ettikleri için mi? Ancak Aztekler bunu zalim oldukları için değil, tanrıları uğruna, din için yapıyorlardı. Aztek kozmolojisine göre güneş tanrısı Tonotiuh, savaş tanrısı Huitzilopochtli ile özdeşleşmişti ve kendisine sunulan kurbanların kanlarından yoksun bırakılırsa hareketsiz kalabilirdi. Bu hareketliliğin devamı için insan kanına, güneşin solmaması için de insan kalbine; yani insan kurbanlara ihtiyaç duyuyordu tanrılar. Yani aslında Aztekler, insanlığın devamı için insan kurban ediyordu. Hala kanla beslenen tanrılar, uygarlıklar ve devletler olduğu sürece de bu geleneğin sona erdiğini düşünemeyiz.

İnsanlar, inançları uğruna, devletler de çıkarları uğruna hiç düşünmeden hareket edebiliyorlar. Tüm bu zalimliklerin sebebi bu olabilir mi? Bencil kullar, bencil dinler, bencil devletler… ”Sadece bizim inançlarımız doğru, sadece biz iyiyiz, bizden başka herkes kötü, her şey yalan, biz doğru yoldayız, dünya bizim için yaratıldı, hayvanlar bizim için yaratıldı; yer içer ve üstümüze deriden elbiseler, kolumuza çantalar, ayağımıza ayakkabılar dikebiliriz.” diye düşünüyoruz. Sadece bu düşünceler yüzünden bile geçmişteki tüm korkunç ve iğrenç gelenekler hala devam ediyor ve biz de bunlara ortak oluyoruz.
İnkalıların nasıl yok olduğunu biliyor musunuz? Bu sürecin canlı tanıklarından olan Dominiken papazlarından Marcos de Niza’nın soykırıma dair anlattıklarını size özetleyerek anlatacağım: Yerli halk; İspanyollara altın, gümüş gibi değerli taşlar hediye ederdi. İspanyollar için her türlü hizmeti yaparlardı. Yerliler, hiçbir zaman İspanyollara saldırmadı. Onları daima dostları olarak gördüler, ta ki İspanyolların acımasız saldırıları başlayana kadar.
Yerli önderlerden Atahualpa, hiçbir direniş göstermeden İspanyollara iki milyonun üzerinde altın ve egemenliği altındaki tüm toprakları teslim etti ve bunun karşılığında yerli halkın hiçbir kışkırtma veya tepkisi olmamasına rağmen, İspanyollar, bütün bölgenin kralı olan Atahualpa’yı yaktılar. Hemen ardından da yerli liderlerden Chalcuchuima’yı ve krallığın önde gelen kişilerini diri diri yaktılar.
İspanyolların çok sayıda yerliyi bir araya toplayarak, üç büyük binanın içinde kilitleyip yakarak öldürdüklerine şahit olan Marcos de Niza, yakılan kişilerin böyle bir muameleyi hak edecek hiçbir şey yapmadıklarını da ekliyor.
İspanyollar sırf eğlence olsun diye, yerlilerin ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Bazen de insanların üzerlerine köpek salarak parçalatıyorlardı. Evleri ve yerleşim yerlerini yakmışlardı. Henüz memeden kesilmemiş bebekleri, annelerin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma yarışı düzenliyorlardı.
Marcos, diğer tüm eziyetleri anlatmanın bir ömür süreceğini söyleyerek anlatımını burada kesmiştir.
Juanita da din uğruna canından olan insanlardan bir tanesi. İnkalarda da insan kurban etme geleneği uygulanıyordu. İnkalar, tanrıları yatıştırmak adına kurban verirdi. İnkalara göre kurbanlar saflığı temsi ederdi ve bu yüzden çocuklar arasından da kurbanlar seçilirdi. Savaşta esir düşenler ve soylular arasından da kurbanlar seçiliyordu. İnançlarına göre kurban edilen çocuk, tanrı olurdu.
1995 yılında yapılan kazılar, 500 yıl önce Arequipa’daki bir volkanik patlama esnasında Ampato Volkanı’nın tepesinde gerçekleştirilecek kurban ayini için yola çıkmış olan töreni düzenleyecek kişilerle beraber, kurban edilecek kız çocuğunun (Juanita) donmuş bedenlerini ortaya çıkardı. Juanita’nın yaklaşık olarak 12 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Time Dergisi, Juanita’nın bedenini dünyanın ilk 10 keşfinden biri olarak seçti.
İnkalar, kurban edilecek çocuklara acı çekmemeleri için (ne kadar da düşünceli bir toplum) yaklaşık 6-8 hafta boyunca -ki bu süre de kurbanın hayatının son 6-8 haftası- adına Chicha denilen alkollü bir içki içirilirdi. Yani kurban edilecek çocuk, hayatının son 6-8 haftasını bolca alkol ve uyuşturucu tüketerek geçiriyordu. Juanita’nın saçındaki işaretler de bunu kanıtlıyor.
İnkalar’ın kurban verme şekli Azteklerden farklıydı. Aztekler, kurbanın kanını hançer darbeleri ile bolca akıtırdı. Kellesini keserdi. Kalbini sökerlerdi. Kurban ettikleri insan bir savaş esiri ise kurbanı yakalayan savaşçı, kurbanın geri kalan vücudunu eve götüp derisini yüzüp kendi sırtına geçirirdi. Bu bir övgü göstergesiydi. Ne kadar süre sırtından çıkarmadıklarını hatırlamıyorum ama sadece arada bir isteyen olursa ödünç verme hakkına sahipti. Ayrıca savaşçı, evine götürdüğü kurbanın vücudunu parçalara ayırıp gömerdi. Kurbanın kanını da içip, kendi ailesine de içirirdi.
İnkaları ise kurban mumya Juanita üzerinden anlatayım: Juanita’nın kafasına aldığı bir darbe ile öldüğünü biliyoruz. Sağ göz yuvası çatlamıştı ve kafatası kırılmıştı. Bu, beyzbol sopasıyla kafasına sağlamca vurulmuş birinin alacağı hasara eşdir. Juanita’nın kafasına aldığı bu darbe büyük bir kanamaya neden oldu ve küçük kızın kafatası kanla doldu, beyni de başka tarafa doğru itildi. Juanita böylece can verdi. Aldığı alkol ve uyuşturucu yüzünden zaten bilinci de yerinde olmadığı için ya çok az acı duymuştur ya da hiç duymamıştır herhalde.
Çağın başka çocuk kurban etme teknikleri de mevcuttu. Mutfaktaki bir şef edasıyla teknik dediğim için bana kızmayın, bu olayları ve yolları ben keşfetmedim, ben yapmadım sonuçta. Tarif edecek daha naif bir kelime seçecek olsam da olay daha hafif olmayacak. Her neyse, bu teknikler şunlardır: Boğma ve diri diri gömme.
12 yaşındaki bir çocuk, sırf tanrılar doysun diye hayatından olmuş oldu. O, tarihte kurban edilmiş milyonlarca bebek, çocuk ve yetişkin insanlardan gün yüzüne ölü de olsa çıkmayı başarabilen nadir insanlardandı. Ve o, eminim doğduğu zaman böyle bir ölümün hayalini kurmamıştı. İşin bir diğer üzücü tarafı ise devletler, din ve inançlar uğruna hala insanların ölüyor olması. Geçmişteki topluluklardan teknoloji olarak daha ileride olabiliriz ama insanlığımız yıllardır yerinde sayıyor.
(KAYNAKÇA: AHMET ÖZMEN – AMERİKA UYGARLIKLARI kitabı, WIKIPEDIA, SIPAGETTI)