Votka Matarası, Grup Hardal ve Ucube Şiiri
Votka Matarası, Grup Hardal ve Ucube Şiiri
Ağaçların çevrelediği toprak yollardan dağlar dolanıyorum ve solmaya başlayan tüm renkler ile birlikte yağmurlu bir kumsala iniyorum, henüz kimse görmemiş olsa da uçsuz bucaksız denizin ardında Rusya olduğu söylenmekte, ufuk çizgisinin üzerinde salınmakta akşam güneşi, bilse bilse güneş bilir diye düşünüyorum, fakat sormaya mecalim yok, votkadan midem yanmış, uykusuzum ve pilim bitmek üzere.
Şimdi, nefes almanın eskisi kadar kolay olduğu umuduyla dikildiğim bu kumsalda, yalnız ve bitik bir ruh haliyle kuruyorum çadırımı, sonra ateş yakacak ve gece gürültü çıkarmak için minibüsü kumsala süren bir köylüyle karşılaşmadan önce içebildiğim kadar içip sızmayı deneyeceğim.
Garip bir bulantı yaşamak, burası hakkında bir şeyler yazmayı düşündüğümde bunun umut dolu bir şiir olmasını istiyordum, fakat Hardal’dan aynı albümü birkaç yüz kez dinlemek tuhaf bir ruh haline sürüklüyor beni, yüzyıllardan yaşlı şu mavi denize dalıp gitmek ve varoluş sancılarıyla boğuşmak kendini kandırma çabasından çok daha onurlu geliyor nedense.
Bir cansız vücudun, o da çürür toprak olur gider, diye haykıyor Şükrü Yüksel, sesi zamansız bir mekandan sızıp gökyüzünü dolduruyor gibi, şimdilerde kendisine ne olduğu hakkında bir fikrim yok, belki söylediği gibi bahar geri gelir ve belki de biz hiç olmuş ya da olmamış değilizdir.
Tuhaf şimdi seni düşünmek, bu cümleyi Ginsberg ile birlikte birkaç kez kullandım zaten, yeteneklerimi yitiriyor gibiyim şu sıralar, zaman ezip geçiyor vücudumu ve yaşlanmalarına rağmen mutlu olduğunu ifade eden tiplerin yalanlarına kanmak istemiyorum çaresizce, ibne şairlerin peşinde ahenk safsatalarına kapılmak istemiyorum, açlıktan kokan ve soğukta kırılan demir nefesler ile bir kadına methiyeler düzmek istemiyorum.
Ama biliyorum ki bu kumsal, gerçek olmayan gerçeklikten uzak, ütopik ve sona yakın – ve biliyorum ki tuhaf şimdi seni düşünmek, plastik evrende kolay çürümesi beklenen köklü bir fikir hatıran, anlatamayan ve anlatamayışlara güzel diyen yalancılarla dolu bir kadraj sadece, hissettiklerinin ve hiç hissedemediklerinin bir önemi yok burada, burası yalnızca denizden, soğuk esen rüzgardan ve seni düşünmenin tuhaflığından ibaret.
Tuhaf şimdi seni düşünmek ve emin değilim neye dönüştürdün beni, ölüp giden sevdiklerimi gömüyorum mütemadiyen, cesetlerini ve tabutlarını taşıyorum mezarlığa, hastane kapılarında bekliyorum onları, serum bağlı yatarken ve gece uykularında nefessiz kalıp öksürmeye başlarken.
Dişlerim sızlıyor ve kemiklerim sızlıyor ve taşıyamıyorum kendimi, votkayı klozete kusarken küfrediyorum anneme, çekip gitmesini söylüyorum başımdan, sürükleniyorum zihnimde neye dönüştüğümü bilmeden.
Tuhaf şimdi seni düşünmek, nerede olduğunu bilmiyorum ve eskiden olduğu gibi merak etmiyorum yaşanabilecekleri – bir gitarım var elimden düşürmediğim ve belki Cahit Kukul’dan birkaç numara öğrenmek için yalvarırım bir gün, ölünceye dek hayattayım, derinlikleri Karadeniz’e uzanan ıssız bir kumsaldayım. Sevgilerle…
-K