Davran Özer ile Mr. Jass Lee Söyleşti

  • 1-Merhabalar.  Öncelikle okurlarımıza M. Davran Özer olarak biraz kendinizden bahseder misiniz?

Daha ilk soruda joker hakkımı kullanıp özgeçmişime başvurmak istiyorum. Klasik kendinden bahsetmeler yerine kitabın da başında yer alan özgeçmiş aslında beni anlatıyor.

M.Davran Özer

Nam-ı diğer Kitapsız Davranius. Ilık bir Mart ayında ses verdi hayata. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünü bitirdi. Annesi onu bir özel okulda öğretmen sanıyor ama o Müslüman mahallesinde salyangoz satıcısı.

Şiir, öykü, anlatı, makale ve küçürek öykülerinin yayımlandığı dergiler:

– İblis

– İnsancıl

– Aykırı

– İstanbul Üni. Edebiyat Kulübü Şiir Seçkisi

– Ekenek

– Güz Sanat Dergisi

– Yeni Dönem Sanat Dergisi

– Ayı Dergisi

– Aksi Dergi

– Karakedi Dergisi

– Evrensel Kültür ve Sanat Dergisi

-Eestatic Sanat Kitabi ZAMBAK

– Namlu Dergi

Bütün ömrü başına örülen çoraplara delik açmakla geçti. İş toplantılarında saksıdaki çiçeklerle konuştu. Bulduğu her fırsatta hayaller kurdu, imgelere daldı, ruhunu geleneksel ve modern yamyamlara satmamak için elinden ne geliyorsa yaptı. Dilini kullanmayı sever. Lakin fıtratın kodlarıyla oynayıp haddini aştı ve kulluktan saptı.Radikal Gazetesi’nde uzunca bir süre blog yazarlığı yaptı. Nev-i şahsına münhasır bir bloğu da var. Şu an Mersin’de bir sitenin A bloğunda oturuyor ama sık sık kendi bloğuna kaçıyor. Aklını yitirmemek için aklına kaçırdıklarını yazıyor. En büyük hayali bir sahil kasabasına yerleşip sözcük yetiştirmek.

2.Sizi birçok önemli dergiden de tanıyoruz. Bize biraz bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Aslında ilk soruda bahsettim yazdığım dergilerden. Aksi Dergi’de 6 sayı yazdım. Bir iki sayı şiir yazdıktan sonra bana köşe ayırdılar. Müfredat Dışı Okuma Fişleri başlığıyla yazdım orada. Bu köşe ya da orada yazdıklarım aslında benim belki de bundan sonraki yazma serüvenimi anlatan yazılar. Aforizmayı ve minimal hikayeyi seviyorum. Aslında ben az sözcükle çok şey anlatabilmeyi seviyorum. Bu nedenle mizahçılara bayılıyorum. İki sözcükle kırk kahkahaya boğabiliyorlar insanı. Dostum Hakan Çelikaslan’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı GÜZ Sanat Dergisi’nde hemen her sayıda yazım vardı. Bu arada Hakan Çelikaslan benim yazma motivasyonumda önemli bir yere sahiptir. Kitap yayınlama sürecinde çok emeği olmuştur. Buradan kendisine çok teşekkür etmek isterim. Hakan bir görsel sanatlar öğretmenidir ve grafik tasarım konusunda çok başarılıdır. Tanrım Ben Kaçtım kitabı kitap olmadan önce onun elinden geçmiştir aslında. Hakan bu kitabı daha önce biçime sokup grafik tasarımını da yapıp basıma hazır hale getirmişti aslında. Ben hazırladığı bu dosyayı birçok yayınevine gönderdim ama ya ilgilenmediler ya da benden para istediler. Onun için kitap yıllarca dosya olarak kaldı. Bugüneymiş demek ki kısmet.

3.Kısa bir süre önce Klaros Yayınları’ndan ismiyle de oldukça dikkat çeken kitabınız Tanrım Ben Kaçtım’ı yayınladınız. Bize biraz  içeriğinden bahseder misiniz?

Tanrım Ben Kaçtım hakikaten de bir kaçağın ruh halleri. Bir kaçığın da diyebilirsin aslında. Hayatın misafir muamelesi yaptığı birinin onurlu ve şakacı burun kıvırışları. Kimi zaman boğazın düğümlenir okurken kimi zaman da kahkaha atabilirsin. Ukala da bulabilirsin, kızgın da, sarkastik de. Senin kim olduğunla da ilgili aslında bu. Ama şunu söylemeliyim ki Murathan Mungan’ın deyimiyle hepsi ‘’ödeştiğim’’ şiirler. Arkadaşım Elvan bıraksan öyküye kaçacak şiirler demişti ve çok hoşuma gitmişti bu yorumu. Yani düşünsene kitabın içindeki dizeler bile bıraksan kaçacak, kitabın adı nasıl Tanrım Ben Kaçtım olmasın.

Bir şiirin içinde pek beklemediğin isimler de duyarsın benim dizelerimde. JulietteBinoche de orada, Düş Sokağı Sakinleri de, BejanMatur da, Kentucky Fried Chicken da…

4.Şiirlerinizde kendinize has bir stiliniz var. Yeraltı edebiyatı,  Toplumcu Gerçekçilik ve  daha bir çok stil ve ruhu gördüm ben okurken. Fakat hepsinden ayrılan bir tavrınız var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben yazma serüvenime toplumcu gerçekçi yazarları okuyarak başladım. Nazım Hikmet’ten fazlasıyla etkilendim. Hatta sonradan dönüp baktığımda onu taklit ettiğimi bile fark ettim. Aslında yazarken tek bir dalda duramıyorsunuz. Yeri geliyor toplumcu gerçekçi damarınız tutuyor, yeri geliyor çılgınlar gibi absürdleşmek istiyorsunuz, yeri geliyor lirik lirik akıyor kaleminiz. Ama şunu söylemeliyim ki ben ironiyi, mizahı, absürdlüğü çok seviyorum. Hayat çok sıkıcı çünkü. Ezberletilmiş ve ödev verilmiş gibi yaşıyoruz. Bu aynı zamanda çok onur kırıcı bir şey. Belki de edebiyatta absürdlüğü, ironiyi, mizahi söylemi bunun için çok seviyorum. Kim bilir, belki bu bir savunma mekanizmasıdır. Benim şiirlerimi bir yanıyla İkinci Yeni’ye de benzetebilirsiniz, bir yanıyla Yeraltı Edebiyatı da diyebilirsiniz, paçamdan absürtlük de akar ama söve saya toplumcu gerçekçi tulumlarımı da giyerim bakarsın.

5.Aşk olgusu birçok yazar ve şair tarafından değişik biçimlerde yorumlandı ama sizin tavrınız benim çok hoşuma gitti. İçinde duygusunu yitirmeden, sert bir heavy metal üslup bile yakaladım. Katılır mısınız bana?

İlk kez böyle bir yorumla karşılaşıyorum ve hoşuma gitti doğrusu. Heavy Metal üslup ha?.. Benim yazılarım Anarşizan evet. Hatta bazen çok Anarşizan. Aşk da bundan nasibini almıştır tabii. Aşk benim için idealize edilip kutsallaştırılacak, kutsanacak ve dokunulmazlığı olan bir duygu değil. Yaşamda da bunun karşılığı yok zaten. Siz bakmayın arabesk aşk jargonuna, geleneksel kafaların algısına…

Aşk kanlı canlıdır. Aşk acımasızdır. Aşk adamı göt gibi ortada da bırakabilir, kendini göt gibi de hissettirir ama aynı aşk bazen kanatlandırıp uçurur da seni. Eğrisiyle doğrusuyla bakmak gerek aşka. Cicili elbiseler giydirip vitrine koyayım da herkesin dibi düşsün demeyeceksin aşk için. Ben her şeye olduğu gibi aşka da diyalektik olarak bakıyorum. Ben herkesin bildiği gözü yaşlı, romantik şairlerden değilim. (Burada gülücük olacak. Ben koymadım ama sen hayal et.)

Karadeniz’de bir belediye şiir yarışması düzenliyor geçenlerde. Konu aşk. Lakin şöyle kurallar koymuşlar: Türk geleneklerine ve hece ölçüsüne uygun yazılacak aşk şiirleri.

Ya dostum yıl olmuş ikibin küsur adam hece ölçüsü diyor. Hece ölçüsü mü kaldı yahu? Bak bak bak bir de Türk geleneklerine uygun olacakmış. Nasıl yani? Öpüşmek, sevişmek ve pozisyon değiştirmek yok mu yani. Aynı pozisyonda mı gidip geleceğiz allaşkına? Çılgınlar gibi sevişmeyeceksek ne yapayım ben o aşkı? Bıraksınlar bu işleri ya… Türk geleneklerine uygun aşkmış.

. Edebiyatta Küçük İskender ve Aktay Öktem sonrası bir arayış söz konusu. Siz şiirin yeni yolunu bulduğunu düşünüyor musunuz ve bu söylemlere katılıyor musunuz?

Ben edebiyatta, sanatta arayışın hiç bitmediğini düşünüyorum. Edebiyat tarihimize bakalım, İkinci Yeni bir arayış ve karşı çıkış değil miydi? Garip Akımı? Toplumcu Gerçekçiler?

Daha genel anlamda Sürrealizm, Kübizm?

Herkes içine içine vuruyordu ki Dışavurumculuk çıktı.

Ben kendi içimde bile arayış halindeyim. Sezen Aksu da öyle. Bejan Matur var olduğu halden çok mu memnundur acaba? Murathan Mungan otomatiğe bağlayıp yazıyor mu sizce? Vallahi iyi ki de arayış hailndeyiz. Ben bugün kendimi yazdıklarımla ifade edebiliyorsam, kendimce iyi kötü bir tarz yakaladıysam bunu hep kendimle didişmemde, yeri geldiğinde kendime burun kıvırmamda hatta siktir çekmemde buldum. Yazmak hayatla olduğu kadar kendinle de didişmektir.

 7.Klaros Yayınları ile yolunuz nasıl kesişti? Ben gerçekten okurlar için her çeşit edebiyat ürününü aşkla sunan bir gönül ekibi olduğunu düşünüyorum şahsen.

Aslında bir başka yayınevinden de olumlu yanıt geldi dosyam için ama yazar dostum Sadık Arslan bana Klaros Yayınevi’ni önerdi. Dosyam beğenildi ve böylece basıldı. Klaros Yayınevi gerçekten nitelikli yazarlara kapısını açan ve maddi beklenti içine girmeyen sıra dışı bir yayınevi. Benim kitabım aslında uzun yıllar önce çıkabilirdi ama ben bunu istemedim. Neden istemedim? Çünkü bugün de aynı şey oluyor, kitabınızı basmak için sizden para istiyorlar. Az buz bir para da değil. Bu bana çok ters geldi. Hem kitabımdan daha çok geliri yayınevi alacak hem de ben bunun için para ödeyeceğim. Saçmalık bence. Ben yazdıklarımın niteliğini biliyorum ve kusura bakmasınlar kimseye bunun için para ödemem. 

8.Az evvel de belirttiğim gibi ilk olarak kitabın ismi ilgimi çekti. Tanrım Ben Kaçtım ismi nasıl ortaya çıktı?

Klaros’un Genel Yayın Yönetmeni Lokman Kurucu koydu kitabın adını. Ben Aklıma Kaçırdıklarım düşünüyordum ama Lokman bunu söyleyince daha çok hoşuma gitti. Aslında Tanrım Ben Kaçtım kitabın içindeki bir şiirimin adı. Lokman aldı onu kitabın ismi yaptı ve çok da şık oldu. 

9.Küçük Iskender her şairin ve şiirin bir melodisi var derdi. Siz melodinizi nasıl tanımlarsınız?

Ne güzel bir soru bu böyle. Çok güzel söylemiş İskender. Ben yıllar önce üniversite okurken İstiklal’e çıkar bir de cep kanyağı alır Mahmutpaşa’dan aldığım siyah kabanın iç cebine atar bitene kadar caddeyi turlardım. Bir uçtan diğerine kaç kez gider gelirdim hiç hatırlamıyorum ama şunu söylemeliyim ki benim için acayip keyifli bir faaliyetti bu. İşte bu turlamalar sırasında fonda hep bir müzik olurdu. Müzik evlerinden ve kitapçılardan gelen bu sesler kendimi bir film karesindeymişim gibi hissetmemi sağlardı. Kimi zaman Klasik Batı Müziği, kimi zaman  Özgün bir şarkı, kimi zaman da Etnik bir şarkı. Hepsi çok güzel gelirdi kulağıma. İşte benim sadece şiirlerimin değil tüm yazılarımın melodisi böyle bir şey. Yaşadığım ülke gerçeği, bu ülkenin acıları, komedisi, dramı, saçmalıkları, her şeyi benim yazılarımın melodisini biçimlendiriyor. Tek sesli bir enstrüman olmadığımı biliyorum ama. Kendimi bazen bir gitara, bazen de bateriye benzetiyorum. Yaşadıklarım ve gözlemlediklerim benden neyi rica ediyorsa ben o telden çalıyorum. Bir türkü ezgisi ya da arabesk bir melodi değil ama. Şehirli bir melodi diyebilirim.

10.Davran Özer aynı zamanda bir öğretmen. Eğitimci kişiliğiniz ile bakarsanız,  ülkemizdeki okuma oranlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vallahi okuyan iyi okuyor. İstatistiklere bakarsanız durum boktan. Ama şimdi kalkıp ne olacak bu ülkenin hali, cehalet almış yürümüş diye ahlayıp vahlayacak olursak hiçbir yere varamayız. Güzel kitaplar yazılıyor ve okuyan da okuyor. 

  1. Tanrım Ben Kaçtım,  dünyanın çivisinin çıktığı Covid 19’un ateşinde okuyucusuyla buluştu ve elbette yazar ve şairler de  müzisyenler  ve tiyatrocular kadar mağdur oldu. Size bu durum nasıl yansıdı?

Her şey normal olsaydı tabii ki söyleşilerimizi yapardık, imzamızı atardık dostlarımızın kitaplarına ama olağanüstü bir süreçten geçiyoruz. Bu durumda yalnızca sosyal medya üzerinden ve internet satış siteleri üzerinden ulaşabiliyoruz insanlara. Ben ilk kitabını çıkarmış biriyim. Lakin sanat dünyasında birçok sanatçı bundan çok olumsuz etkilendi elbette.

  1. Yeni kitap dosyalarınız var mı? İkinci kitap ne zaman gelecek?

Elbette var yeni dosyalar. ‘’Tanrım Ben Kaçtım’’ı çıkarmadan önce bile ikinci ve üçüncü dosyam üzerinde çalışıyordum. Hala da çalışıyorum. İkinci dosyamı minimal hikayeler ve aforizmalar olarak tasarlıyorum. Üçüncü dosyam ise öykülerden oluşacak. Dördüncü dosya olarak minimal hikayelere ve aforizmalara devam etmeyi düşünüyorum. Aklımın bir köşesinde roman da yok değil ama sanki onun öncesinde yazılacak bir sürü öykü var aklımda.  Bakalım artık…

  1. Değerli kitabınız ile ilgili aldığınız yorumlar nasıl?

Dostlarım, arkadaşlarım, yakın çevremdeki insanlar olumlu tepkiler verdi bu güne kadar. Tanımadığım insanlar beni ne kadar okudu, ne hissetti bilmiyorum henüz. Bu biraz da tanınır olmakla ilgili. Seni ne kadar çok insan tanıyıp okuyacak, hakkında kimler ne yazacak onunla ilgili aslında. Bunu da zaman gösterecek. Ama Sevgili Altay Öktem’in ‘’Tanrım Ben Kaçtım’’ ile ilgili o güzel yorumunu anmadan da geçemeyeceğim:

‘’Davran Özer’in yazılarını Aksi Dergi’den takip ediyordum. Tuhaf, sivri, biraz kırılgan, biraz esprili, velhasıl kendine özgü bir üslubu olan yazıları her ay merakla bekliyordum.

Ve aniden şiir kitabıyla çıkageldi karşımıza Davran. İnsanı hem gülümseten hem isyana teşvik eden, öfkesini kabartırken aynı anda otur oturduğun yerde dedirten, sözcükleri dansa kaldıran; dansa kaldırdığı sözcükleri bazen çılgınlar gibi dans ettiren, bazen de ters köşeye yatırıp sap gibi dans pistinin ortasında bırakıp onlarla eğlenen şiirler. Kıyas kabul etmiyor çünkü okuduğumuz hiçbir şiire benzemiyor. Kendinden menkul ama kendine dönük değil…

Gönül çukurundan tekila içerek hayatını idame ettiren şehvetli canlı bombaların, bakalım kalbine dönebilecek miyim gün karardığında diyerek kronometreyi çalıştıran sevgililerin, İslamiyet’ten uzaklaşır endişesiyle, çok istediği halde karşısındakinin kalbine dinamit koymaktan imtina edenlerin cirit attığı şiirler…

Bence okunmalı. Hem de bugün, tam da şu anda okunası şiirler.’’

 

14.Davranius lakabı nereden geliyor?

Davran ya benim adım. Dedim, oğlum getir şunun arkasına Latince bir takı, havalı olsun… Yani aslında ben kendime nicklerden nick beğenirken bu çıktı ortaya. Fena da olmadı. Davran Baba ya da Davran Reyiz diyecek halim yoktu herhalde.

  1. Davranius’u okuyan bir daha bırakamaz. Peki sizin bırakamadığınız yazar ve şairler kimler?

Çok…

Hangi birini söyleyeyim?

Ama ben yine de puştluk yapıp soruyu ortada bırakmayayım:

Okumaya İlkokulda alfabeyle başladım ama kendimi çözmeye Nazım Hikmet ile.

Yaşar Kemal Çukurovalı bir delikanlı gibi tuttu elimden.

Murathan Mungan, varlığın varoluşuna armağan olsun deyip silkeledi beni, 

Sartre, gel bakalım evlat deyip ağzımı burnumu kırdı.

Can Yücel, ecdadını siktirme al şuradan iki duble de adam gibi yazacaksan yaz, dedi.

Küçük İskender, götlüğün lüzumu yok ibnelik sisteme mahsus, dedi.

Yani bu liste böyle uzar gider…

  1. Sorularımızı yanıtladığınız için size çok teşekkür  ederim. Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmadıysa bile damar damar üstüne binmiştir demektir.

Oku… Yaratan ve üreten Marx’ın, Sartre’ın, Küçük İskender’in, Can Yücel’in, Yaşar Kemal’in adıyla oku.

Bu güzel röportaj için ben de size çok teşekkür ediyorum. Edebiyat serüveninde hepimizin yolu açık olsun.

likeheartlaughterwowsadangry
0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Erişim engellendi !