ALPER KUL İLE SPOR VE SANAT DOLU KEYİFLİ BİR SÖYLEŞİ

Sayın Alper KUL öncelikle İskelet Webzine ‘ a hoş geldiniz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz ?

Tabi 1973 yılında Bursa’da doğdum, annem Kafkas kökenli bir Ankaralı’dır. Babam ise Selanik asıllıdır. Babam görev gereği Bursa’da bulunduğu için ailem 70’li yılların başında Bursa’da yaşıyordu, halbuki ben doğduktan bir sene sonra İstanbul’a yerleştik. Dolasıyla ben İstanbul kültürü ile büyüdüm. Bilhassa merkez ilçelerden bir tanesi olan Beşiktaş ilçesinin en güzel mahalleleri olan Levent, Etiler ve Akat mahallerinde çocukluğum geçti, buralar bana göre İstanbul’un o dönemde yeni gelişen ve çok elit bölgeleri idi. Bu tarz güzel mahallelerde büyümek hem gelecek yıllarda karakterimin gelişmesinde hem de eğitim hayatımda benim aldığım örneklerin kalitesini arttırmıştır.

Bu manada doğduğunuz mahalle ne olur bilemiyorum ama geliştiğiniz ve çocukluğunuzun geçtiği mahalleler çok kritiktir.

1984 yılında Behçet Kemal Çağlar ilkokulundan mezun oldum ve 1992 yılında İtalyan Lisesinden mezun oldum. Üniversite hayatımda çok renkli geçti, Koç Üniversitesi’nin ilk öğrencisi olma şansına sahip oldum ve Uluslararası İlişkiler bölümünden 1998 yılında mezun oldum.

99-00 yıllarında askerlik görevimi Bitlis şehrimizde yaptım. Asteğmen olarak, 16 ay sürdü ama gerçekten hem Türkiye’yi tanımam ve hem devleti ve hem de Silahlı Kuvvetleri anlamam açısından bu deneyim eşsizdi.

Uzun süredir spor camiasında yer aldığınızı biliyoruz. Öncelikle spora ve özelde de Futbol’a olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı ?

Benim için spor o kadar önemli ki!

Zira, 10 yaşımda Eczacıbaşı’nda basketbola başladım. Beni en çok etkileyen olay TRT’de yayınlanan Beyaz Gölge dizisi olmuştur, bu dizi Amerika’da 1978-81 yılları arasında yayınlanmıştı sanırım, ama bizim seyrettiğimiz tarihlerin yine 82-83 olması lazım. Çok etkileyici idi. Koç ‘’Ken Reeves’ inanılmaz bir karakter idi. Sadece beni değil, 70’li yıllarda doğmuş olan her çocuğu bu dizi etkilemiştir. Bilhassa da erkek çocuklarını.

Bu hevesle basketbola başladım ve 2 sene Eczacıbaşı’nda oynadıktan sonra maalesef kulübün basketbol şubesi kapandığı için, o dönemki Cem hocamızın yönlendirmesi ile Beşiktaş’a geçtim. BJK’ da yaklaşık 2 sezon hem oynama hem de eğitim alma şansım oldu. Ancak 1988 yılı idi sanırım, BJK, Ahmet Fetgeri Spor salonunu bakıma aldı ve Anadolu yakasında bir lisenin salonunu geçici olarak kullanmaya başladı.

Benim bu kadar uzak mesafeye o dönemde gitme şansım yoktu. Zira bir yandan İtalyan Lisesi’nin yoğun ders ortamı beni sıkıştırıyordu. Karar verdim ve basketbolu bıraktım!

Ancak Beşiktaş’taki bu 2 senem beni çok iyi bir Beşiktaşlı yaptı.
1995 yılında rahmetli Efsane Başkan Süleyman Seba ile tanıştım. Kendisi ile kulüpte bir yarım mesai günü geçirme şansım olmuştu.

O dönemde çok istesem de kulüp üyesi olamadım. Ancak, 2000 yılında BJK Dernek üyesi oldum ve 2003 yılında şu anda liderliğini yaptığım Beşiktaş Gelişim Grubu’nu (www.besiktasgelisim.org) kurdum.

Arkadaşlarım ile birlikte çok sayıda eğitim seminerleri organize ettik, camianın önde gelenleri ile seminerler aracılığı ile tanışma fırsatı buldum.

Şu anda grubumuz aktif olarak Beşiktaş’ımıza fikirsel ve manevi boyutta katkıda bulunmaya devam etmektedir.

Bu arada, bende, inşallah 4 sene sonra da Divan Kurulu üyesi olacağım.

 

Futbol camiasında size ilham veren, ilgi duyduğunuz kişi ya da kişiler kimlerdir ? Neden ?

Futbol dünyasında bana ilham veren tek kişi efsane Başkanımız Süleyman Seba olmuştur. Diğer bütün abilerimiz ve kardeşlerimiz de elbette çok değerlidir. Ama Beşiktaş’ın bu günlere gelmesinde evet, büyük isimler yer almıştır ama Süleyman başkan bir başkadır.

 

Şimdi biraz da müzik olayına gelmek istiyorum. Müzik ile ilgilenmeye başladığınızda aileniz ve çevrenizden aldığınız tepkiler ne yöndeydi ?

Evet, müzik ise spor kadar büyük aşkım.

Ama aslına bakarsanız, müzik benim için HAYATA tutunma kanatlarımdan bir numarasıdır. Aslında hayatta her şey çok önemli, ben bu faktörleri 2013 yılında ilk baskısı yapılan ‘’Arkana Bakma! O Tarafa Gitmiyorsun’’ adlı kitabımda 5 Kanatlı Yel Değirmeni modeli olarak anlatıyorum. İleride bir bahiste bu kanatlardan bahsetmek isterim. Ancak bu kanatlardan bir tanesi de sanat kanadıdır. Çok kritik bir kanat!

Ben müziğe yine 1984 yılında başladım, tıpkı basketbol gibi, 11 yaşımda idim. Daha önce türküler felan söylediğimi hatırlıyorum, babamın aldığı ses kayıtlarından bunu biliyorum.
Ama esas başlangıç noktam kendime sünnet hediyesi olarak aldırdığım Casio PT 80 model bir klavye olmuştur. Bu küçük canavar o kadar akıllı bir cihaz idi ki! Benim klavye tekniğine çok hızlı ulaşabileceğimi bana ispatlamıştı.

Ailem ilk başlarda bir yorum yapmadı, daha sonra da ben kendi yolumu çizdim, en son ailemin yanında ayrılırken bir Roland Synthesizer’ım vardı. D 10 model, kritik bir modeldir.

2008 yılında 4. Enstrümanım olan Yamaha DGX 630’a geçtim. Bu alette inanılmazdı! Artık daha sofistike işler yapabiliyordum, gerçekten çok sesli müzik alt yapısını bu enstrüman ile sağlamıştım.

En son ise bundan 2 yıl önce piyanoların şahı olan Kawai CN 37 modeline geçtim. Bir duvar ve dijital piyano olarak gerek tuşesi ve gerekse de reaksiyonları ile gerçek piyano efektine sahip mükemmel bir cihaz.

Ayrıca diğer çok sesli çalışmalar ve efektler için Roland FA 07 kullanıyorum. Bu cihazda çok özel bir alet. Syhthesizerların şahı diyebiliriz.

Şu anda yayında olan 8 albümüm var. Bu albümlerin hepsi başta Spotify olmak üzere dünyada 34 platformda yayında. Yaptığım müzik türü ise, serbest stilde bestelenmiş, neo-klasik, new age ve soundtrack stilinde. Bazen yoldan çıkıyorum EDM ve alternatif rock soundlarında da müzikler yapıyorum

 

Müziğe olan ilginiz direk piyano ile mi başladı , başka ilginizi çeken bir enstrüman oldu mu ?

Eh, tahmin edeceğiniz gibi benim dinlediğim ana müzik türü klasik müzik olmuştur.

Çok konsere gittim. Sayısı 1500 civarında olabilir, bunların çok büyük kısmı klasik müzik konserleridir. Demin de belirttiğim gibi erken yaşta daha 1990’lı yıllarda synthesizer kullanmaya başladım, bu ise artık her enstrümanın elinizin altında olması demektir.
1994 yılında bilgisayar destekli müzik yapabiliyordum hatta synthesizer da yaptığım parçaların midi dosyaları aracılığı ile bilgisayarda nota çıktılarını bile alabiliyordum.
Vurmalı sazlar, gitar, saksafon ve trompet gibi enstrümanları albümlerimde çok kullandım. Ama benim ana enstrümanım ve çıkış noktam hep piyano olmuştur.

Dünya çapında ve ülkemizde kendinize örnek olarak gördüğünüz ve size en çok ilham kaynağı olan piyanist ya da piyanistler kimdir? Neden?

Ah, bu konu elbette çok önemli!

Benim için en önemli piyano adamı David Benoit olmuştur, bugünlerde pek bilinen bir sanatçı değil, bence başta jazz ama özelde New Age olarak çok müthiş albümler çıkarmış bir bestecidir. California kökenli bir sanatçıdır. Onun dışında beni en çok etkileyen çağdaş besteci Vangelis’tir…Onun hakkında fazla söze gerek yok!

Ancak, ben büyük oranda klasik dönem ve romantik dönem besteciler dinlediğim için sanıyorum onlardan en fazla etkilendiğimi söylemem lazım. Ama benim tarzım biraz kendisine özgü günümüz bestecileri ile kıyaslarsak kısmen Ludovico Einaudi tarzına benzer diyebilirim. Ancak bu sadece bazı bestelerim için geçerli aslında büyük oranda kendime benziyorum

 

İlk çaldığınız eser hangisidir? Bu ilk çaldığınız eserin sizin için anlamı neydi ?

Daha önce bahsettiğim gibi ilk müzik aletim çocuklar için tasarlanmış olan Casio PT 80 idi, benim grand piyano sahibi olmam çok sonraları olmuştur. Casio’nun içinde önceden yüklenmiş ışıklı öğrenim metodu ile oto didaktik öğrenme olanağı sunan bir sistem vardı. O sistemle ilk çaldığım eser Greensleeves olmuştur. Malum İngilizlerin meşhur folklorik parçası. Ama yine de daha klavyeyi aldığım ilk anlardan itibaren kendime ait küçük besteler yapmaya başlamıştım.

 

Kendi ürettiğiniz eserlerinizi Spotify ve YouTube profillerinizde de dinleyicilerinize sunuyorsunuz. Ortaya çıkardığınız bu eserlerinizde alışılmışın biraz dışında kaliteli bir tarz ortaya koyuyorsunuz. Bu tarzınızın asıl amacı daha doğrusu hitap etme şekliniz nedir? Ayrıca eserlerinizle özellikle de gençlere vermek istediğiniz mesajlar var mıdır?

Tabi, sadece gençlere değil herkese mesaj içeren albümler yapıyorum.

Bazen albümlerin ya da parçalarımdan biri, Atatürk’ün meşhur Yalova’da ki dokunulmaz ağacını anlatırken (Untouchable Tree), bazen iklim değişikliğinin bizlere getirdiği maliyetlere dikkat çekmek ve bir manifesto niteliğinde albüm yapıyorum. Mesela 5. Albümüm – The Story Of Our Time – Türkçesi ile – Zamanımızın Hikayesi – 14 parçalık iddialı bir albüm, işte böyle bir albümdür. Bu albüme tam 8 video çekimi yaptık. Bunları hem YouTube kanalımda paylaştım hem de diğer hesaplarımızda paylaştık.

Bazı mesajların verilmesi uzun zaman alıyor. Bazen suya yazı yazdığınızı sanki hissediyorsunuz. Ama hiç tanımadığınız birisi, Instagram ya da Facebook takipçisi, sizin müziklerinizi paylaşıp mesajınızı anladığına dair bir post attığında çok mutlu oluyorsunuz. Albümlerimi tek tek anlatmak doğru olmaz ben İskelet Webzine takipçilerinin Spotify, Apple Music ve YouTube artist sayfamı ziyaret ederek daha fazla bilgi edinebileceklerini ya da benim derdimin ne olduğunu anlamalarını istiyorum ve talep ediyorum

 

Hiç soundtrack çalışması yaptınız mı?

Evet, 2009 yılında Kamer Vakfı bir belgesel çekimi yapmıştı. Kamer Vakfı Türkiye’nin önde gelen kadın hakları üzerinde çalışan çok değerli bir vakıftır. O vakfın bir belgeseli çekilmişti, hatta en önemli ulusal kanallarımızdan bir tanesi olan NTV’de yayınlandığını hatırlıyorum. İşte o belgeselin müziklerini ben yaptım. Solo piyano ağırlıklı bir çalışma idi.

Müzik konusundaki bilgi ve kültürünüz üst seviyede. Konserlere olan ilginizi ve özellikle de canlı dinlemiş olduğunuz konserler konusundaki deneyimlerinizi de bizimle paylaşır mısınız ?

Daha önce de belirttiğim gibi başta klasik müzik konserleri olmak üzere Türkiye ve Avrupa’da 14-15 yaşlarımdan itibaren başlamak üzere 1400-1500 civarında konsere gitmiş olduğumu kabaca hesaplıyorum, elbette bunun tam sayısını bilmek mümkün değil, benim bu kadar çok rakama çıkmamı sağlayan esas kuruluş İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası olmuştur.

IDSO sayesinde her yıl kabaca 30 haftada 30 konsere gidiyordum. Diğer konserler, Jazz, Pop ve Rock gibi müzik türleri de eklenince sayı senede 50 konsere çıkıyordu. Hatta operaları ve baleleri eklersek daha fazla bile olabilir. Elbette artık o günler geride kaldı! Hem maddi olarak hem de İstanbul kültür hayatının çok değişmesi yüzünden eski performansa çıkmak artık çok zor. Belki yıllar sonra tekrar olabilir.

Ancak bütün bu klasik müzik ve jazz, pop konserleri benim kulak doygunluğumu çok olgunlaştırmıştır.

Bu arada beni asıl etkileyen ve çok sesli müziği anlamamı sağlayan iki kuruluştan bahsetmeden geçersem doğru olmaz, bir tanesi İtalyan Lisesi’dir, orta okul sıralarında aldığım müzik dersleri, diğeri de TRT Radyo 3 olmuştur. Bu iki mecra benim 11-12 yaşımda ne dinlemem gerektiğini üstüne basa basa gösteren kuruluşlar oldular.

Konserlere tekrar dönecek olursak, belli başlı senfonileri, konçertoları belki gereksiz yere defalarca dinledim!! Yorum yapmak zor, ama Türkiye’de eksik kaldığım husus orta çağ müzikleri ve barok dönem müzikleridir. Türkiye’de barok dönemi ya İstanbul Müzik Festivalinde dinlerdik ya da ancak Vivaldi gibi besteciler üzerinden öğrenmeye çalıştık.

Örnek vermem gerekirse, Türkiye’de bir başarılı Handel ‘’Messiah’’ canlı dinleme olanağı hiç bulamadım. Ama mesela bir ara Carl OFF, ‘’Carmina Burana’’ çılgınlığı yaşanıyordu. Bu eseri belki de 4-5 defa canlı dinleme şansım oldu.

Son olarak şunu söyleyebilirim, Türkiye müzikte çok güzel işler yapmaya başlamıştı,
Ancak maalesef son 10-12 senede Türkiye sanattan koptu, daha ziyade TV dizisi işine yöneldi, sahne sanatları geride kaldı, ayrıca devletin bu konuda ki öncü rolü ihmal edildi. O zamanda başta Klasik Müzik ve Türk Sanat Müziği, Halk Müziği gibi alanlar darbe yedi.

2013 yılından beri İstanbul Taksim’de bulunan Atatürk Kültür Merkezinin açılmaması ve güzel bir restorasyon yerine yeniden yapılması başta İstanbul olmak üzere Türkiye opera ve bale dünyasına bence büyük bir darbe vurdu. En son olarak da Covid felaketi geldi ve sahne sanatları bir son darbede buradan yedi. Maalesef durum bu şu anda!

 

Aynı zamanda başarılı bir yazarsınız. Kitaplarınızı yazarken nelere dikkat edersiniz ve okurlarınıza vermek istediğiniz mesajlar nelerdir ?

Evet, kitap benim 40 yaşımdan önce muhakkak yazmak istediğim ve 2007 ile 2012 arasında verdiğim seminerlerim notlarından olgunlaştırdığım bir proje idi.

2013 Kasım ayında ‘Arkana Bakma! O Tarafa Gitmiyorsun’ adı ile Türkçe baskısı yapıldı. 2017’de ise ‘Never Look Back!’ adı ile İngilizcesi yayınlandı.

Kitabımın ana konusu Kariyer Felsefesidir, özelde ise ‘Profesyonellik’ kavramını anlatıyorum. Bu kavram ülkemizde ve hatta dünyada çok anlaşılmış bir kavram değildir.
Elimden geldiğince bu kavramı 3 temel doğrunun tanımını yaparak anlatıyorum. Ayrıca, yaşayan örnekler veriyorum. Kitapta 8 Gerçek Profesyonelin kısa hayat hikayeleri var.

2019 yılında 3. Baskısı Parola Yayınları tarafından yapıldı. Bu baskıya özel bir önsöz yazdım ve 2012 de hesapladığım gerçek işsizlik rakamlarının aslında 2019’a geldiğimizde ne kadar arttığını ve tehlikeli boyutlara geldiğini 2019 baskında ayrıca dile getirdim. Ve gerçek rakamı revize ettim! Ayrıca sosyal devlet ve uluslararası üst düzey organizatör bir sistemin kurulması gerektiğini iddia ettim!

İşte Covid ile birlikte bu organizasyonun ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Bugün aşı konusunda tam bir uluslararası ahlaksızlık yaşanıyor, bazı ülkeler sırf parasını peşin verdikleri için hak ettiklerinden çok daha fazla aşıyı stoklamış vaziyetteler. Ama dikkat edin ‘’Birleşmiş Milletler’’ bunu eleştirmiyor bile!

Kariyer hayatınız ise bambaşka bir alanda kısaca kariyer hayatınızdan bahsetmek ister misiniz?

Tabi, aslında ben bir ihracatçıyım. Profesyonel ihracat ve uluslararası satış yöneticisiyim. Yıllarca bu alanda çalıştım. Çok değişik sektörlerde faaliyet gösterdim, altın sektöründen, lastik işine, treyler sektöründen en son Kola sektörüne kadar girmediğim alan kalmadı.

Aslında satış olayının özü aynıdır. Bir yerde bir DEĞER vardır sizin yapmanız gereken ‘değerin gerçek değerini’ bulmasını sağlamak ve aslında en doğru, güvenilir ve hızlı iletişim tekniklerini uygulamanızdır. Tabi bu aralar Türkiye’de klasik sektörlerin ve ürünlerin dışında inovatif ürünler bulmakta zorlanıyoruz. Ya da Türk ürünlerinin genelde Avrupa için üretilmiş ucuz ürünler olmaları ya da Avrupa sanayilerini tamamlayan ara mamüller olmaları yüzünden maalesef Uluslararası Pazarlamanın temel noktalarını ülkemizde uygulamamızı çok zorlaştırıyor.

Ben asıl iş olarak şu anda ihracat danışmanlığı yapıyorum.

 

İskelet Webzine ailesi olarak , değerli vaktinizi bizlere ayırdığınız için size teşekkürlerimizi sunarız. Son olarak da İskelet Webzine okurlarına söylemek istedikleriniz nelerdir ?

Bu güzel röportaj daveti için çok teşekkür ediyorum. Kendimi anlatmayı aslında çok sevmiyorum ama ileride bir otobiyografi kitabı yazmak istiyorum. Zira, ben 20. Yüzyılın son çeyreğini bu ülkede yaşadım ve ilk çeyreğini de Allah nasip ederse bu ülkede tamamlayacağım.

Hem İstanbul’da büyümüş ve Türkiye’nin dört bir tarafında seminerler vermiş hem de güney doğuda askerlik yapmış birisi olarak çok anılar biriktirdim ve biriktirmeye devam ediyorum.

Spor, kariyer, iş dünyası, sivil toplum ve sanata kadar çok alanda anlatılacaklarım birikiyor. Ama bundan önce bir deneme kitabı yazmayı çok istiyorum. Böylece çok sayıda konuya değinme ve eleştirme şansım olacak.

Sizin vasıtanızla ‘’İskelet Webzine’’ ailesini selamlıyorum. Ve sizinle paylaştığım Spotify ve YouTube artist sayfalarıma Webzine okuyucularını bekliyorum. Ayrıca bana sosyal medyadan ulaşabilirler.

Sevgi ile selamlıyorum…

 

Adresler:

Spotify:

YouTube Alper KUL Music:

https://youtube.com/user/alperkul

Instagram:

@ HYPERLINK “https://i̇nstagram.com/alperkul.Pro”alperkul.Pro

Sayın Alper Kul’u kendinden dinlemek isterseniz :

Alper KUL and His Music Life… Alper KUL ve Müzik Hayatı… – YouTube

likeheartlaughterwowsadangry
0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Erişim engellendi !